27 Mayıs 2013 Pazartesi

Sessiz Film

Yavaşça asansöre bindim önden, arkadan bir çift gözün süzdüğünü hissedebiliyordum. Sırtımı dikleştirdim, dikkatli yürümeye çalıştım. Dar asansöre bindim, o da geldi. Yavaşça anahtarını tuttuğu eliyle 5.kata bastı. Anahtarın gündelik şıngırtısı aslında farklı bir kapıyı açacaktı. O sıradan bir anahtar değildi.

Etrafıma baktım, ona baktım ve sonra kendime baktım. Napıyordum ben. Neredeydim, bu karşımdaki adam kimdi. Bu pis eskimiş asansörde ne işim vardı. Tanımadığım birinin yanında bilmediğim bir yerde, yapmamam gereken bir şey için duruyordum. Hafifçe üzerime geldi, ürperdim. Güldü, “asansörde olmaz” dedi. Zoraki bir şekilde gülümsedim.

Asansör durdu, içime bir sıkıntı bastı, adım adım nereye gittiğimi, neye gittiğimi biliyordum. Eliyle sırtıma dokundu, tekrardan ürperdim. Bu hafif dokunan el, birazdan herşeye sebep olacak olan şeydi. Bu el beni ona çekecekti. Bu üstünkörü sınırlı bir şekilde bana dokunan el, birazdan çıplak vücuduma şehvetle dokunacaktı. Bu düşünce beni huzursuz etti. Yine de Yürü anlamına gelen bu işaretle beraber kapıyı açtım, sağa çekildim. Asansörden çıkıp evin dairesine anahtarı yerleştirdi. Ne düşünüyordu acaba? O da benim gibi irdeliyor muydu her anı, o da bu yabancının benim yanımda ne işi var mı diyordu yoksa sadece arzularını mı düşünüyordu. Ne düşündüğünü bilmemek daha iyiydi belki de. Kapıyı açıp eliyle geç anlamında işaret etti. Çekingen bir şekilde sessizce içeri girdim, ayakkabımı çıkardım. O çoktan içeri geçip ayakkabısını çıkarmış koltuğa doğru ilerlemişti. En nihayetinde onun eviydi.

Karşı koltuğa oturdum. Yine sessizce gülümsedi “ee nasıl gidiyor” dedi, “iyi nasıl gitsin okul falan” dedim. Ne diyebilirdim ki! Bu tanımadığım adama ne anlatabilirdim, neyden dert yanabilirdim. Huzursuzluklarımdan, yalnızlıktan, sıkılmışlıktan ve diğer şeylerden söz açacak halim yoktu. Büyük olasılıkla o da bunları merak etmiyordu. Bulunma amacımız belliydi, sessizliğin anlattıkları da.

İlk hamleyi o yaptı. Eliyle beni kendine çekti. İlk defa değildi ama yine de huzursuz ediciydi.
….

Lavaboya doğru yol aldım, aynaya baktım. Üstümde bir tek boxer vardı. Yüzümü yıkadım. İçerde televizyonu açmıştı. Artık gitmeliydim. Aileme söylediğim yalanların ardından hiçbirşey olmamış, hiç birşey yaşamamış gibi eve geri dönecek ve günün nasıl geçti sorusuna “güzel işte eğlendik” diye geçiştirerek cevap verecektim. Daha da kötüsü eğlenceli bir günden bahsetmek olağan değildi. Şehvetin dürtüsü geçmişti ama hala bende duyarsızlık söz konusuydu. Ruhumun bu denli duyarsızlaştığına tanık olmamıştım. Yapacağımı anladığı için en derin kuytulara gizlenmiş olsa gerek diye düşündüm. Zira ne sevgi, ne öfke, ne arzu, ne istek, ne de başka bir duygu yaşıyordum. Tamamen boşlukta, ne yaptığımı bilmeden hareket ediyordum. Yüzümü kuruladım, içeri geçtim.
….

"Bu kadarlık yeter, yapamıyorum" dedi. Nedenini sormadım. Bunu söylerken bir yandan kapıyı göstermesi her şeyi anlatıyordu zaten. Peki dedim. Lavaboya gittim, yine aynada kendime baktım. Bu sefer daha kısa bir bakmaydı çünkü gitmem gerekiyordu artık. Üstümü giyindim. Yüzünde farklı bir ifade vardı. Belli ki bir sorunu vardı. Belki de o sorunun intikamı ya da o sorundan dolayı benle irtibata geçmişti. Çağırma sebebi arzudan farklıydı, bunu biliyordum. Acaba intikam mıydı birine karşı yoksa başka bir nedeni mi vardı. Bilmiyordum. Bilebilecek kadar samimi değildik, eminim ki o da anlatma isteğinde değildi. Birbirine dokunmuş iki yabancıydık. Birbirini tanımayan, belki bir daha görüşemeyecek iki farklı yaşantıya sahip iki yabancıydık. İletişme hiç geçmedik. Her şey sessizlikte oldu veya olmadı aslında en korkutucu olanı da buydu. Bu yüzden belki hiçbir zaman zihnimden neler geçirdiğimi bilmeyecekti. Veya ben hiçbir zaman onun zihninden geçenleri öğrenemeyecektim. Yine de artık gitmem gerektiğini biliyordum. Ayakkabımı giydim. “Nasıl gideceğini biliyorsun” demi dedi, bilmediğim halde “evet” dedim. Mutlaka bulurdum. Daha fazla, olmayan iletişimi uzatmanın anlamı yoktu.




Kapı arkamdan kapandığında dışarısı soğuk geldi. Sıcaktı ama ürperdim üşüdüm. Nereye gittiğimi bilmeden ilerliyordum. Duyarsızdım amaçsızdım üşüyordum. Pişman değildim ama hala ne yaptığımı neden yaptığımı bilmiyordum. Tek bildiğim bende bıraktığı izlerdi. Sessiz bir şekilde bırakılan izlerdi. Durağa vardım. Farkında olmadan durağa gelmiştim. Öğrenciler geçti. Hiçbiri beş dakika önce nerede olduğumu bilmiyordu, hiçbiri içimden geçirdiğim düşünceleri karmaşık duygularıomı hatta olmayan duygularımın nedenini bilmiyorlardı. Hiçbirşey ama hiçbirşey bilmiyorlardı. Aynı daha demin yattığım adam gibi. Onun gibi bilmiyorlardı. Otobüs geldi, bindim. Zihnim hala oradaydı, olanlar bir bir gözümün önünden geçiyordu. Beni kendini çekişi, öpmeden, ruhlar temas etmeden birlikte oluşu, ardından o televizyon izlerken, ruhsuz bir can gibi benim onu memnun etmem, onun gözlerime bakmaması, benim onun gözlerine bakmamam, sadece işi yapmak.... Bedenim halkın bindiği bir otobüsteyken, zihnim hala tanımadığı bir adamın yanındaydı.

Eve, vardım. Çok terlediğimi söyleyip duşa girdim. Terlediğimi söylemem ne kadar anlamsızdı halbuki. Yalan söylemenin bir belirtisiydi apaçık. Bir şey söylemeden de girebilirdim duşa ve kimse sormayacaktı. Duştan çıktım kurulandım. Uykum olduğunu söyledim. Yattım. Bunun üzerine düşünmeme rağmen aynı hatayı yeniden yaptım.
Uyudum, uyurken zihnimde hala çıplak, duyarsız ve ürkektim.

Hala ürperiyordum…

1 yorum:

  1. Hissizliginde yakın zamanda bir his oldugunu ögrendim. Öfke, sevgi, yalnızlık hatta şehvet gibi. İnsan herzaman hissizligi hissetmez herhalde. Sonucta kim herzaman öfkeyi, herzaman şehveti , herzaman yalnızlıgı hissetmiski?. Bütün hayatını tek biriyle yasamıski?

    YanıtlaSil