11 Ağustos 2013 Pazar

İçki

Şu kutsal sayılan ramazanda dahi bana içki içeren "aşk", eğer sokuyorsa beni günaha; varsın cehennemin en derin çukuruna attırsın... Ben zaten tanımadığım aşuğun özlemiyle her gün yanmaktayım, o yüzden cehennemin çukurları buzdan vadiler gibi gelir benim yüreğime, kalbimin yangının yanında, cehennemin kor ateşinin yalımı, soğuk kuzey rüzgarının esintisi gibi kalır. En büyük günahlardan daha günah değil midir kara yalnızlık, daha büyük acı var mıdır, kalbe düşenden...


Neden?


Normalde sormam "neden" diye satılmışlara, aşkı satanlara.. Ama sana sormak istiyorum yine de; neden tüm kainatı var eden aşkı değil de, seni günden güne tüketip mutsuz eden hırsı seçtin, neden cennetin ebediliğini yaşamak varken, çürümüş bir yasak meyveyi seçtin?


15 Haziran 2013 Cumartesi

Günah

En büyük günah ihanet etmektir aşka,
Umursamadan kalbinin sesini ve aklından çıkartmaya çalışırken O'nu, bedenini sunmaktır başka bedenlere. İşte bu ihanettir aşka.

Başka birini severken, o seni bilmese veya sevmese bile, sana meyil eden başkasıyla biriyle birlikte olmak veya sahte sevgilere boğulmaktır ihanet.

Kalbin onu arzularken, sen güvenli limanları tercih edersen, aşkın okyanusa açılmaktan korkarsan, işte bu ihanettir. 


Eğer kovulmuşsa şeytan cennetten, eğer elmaya kanmışsa Havva, 
Eğer insan vazgeçmişse kalbinden, sahte arzuların peşinde gitmek ve yalan maskelerle örtülü süslü bedenlerin şehveti için,
işte bu ancak ihanettendir aşka, çünkü aşka ihanet en büyük günahtır.

Aşka ihanet eden, kovulur Tanrı'nın cennetinden, masumiyetin ve saflığın şehrinden, atılır ihanetin açgözlü krallığına, maskelerin ve aynalara gizlenmiş sahte yüzlerin ülkesine. Kimse kovmaz esasında, biz seçer ve gideriz... 

İşte ben ihanet ettim aşka, 
Sen, seven ama sevdiğinin peşinden değil, kolay yollardan giden,
sende ihanet ettin aşka
O'na aşık olduğun halde, gururunun kölesi olan ve kibir uğruna aşkı satan, 
sende ihanetin pençesindesin...

Ancak yağmurlu bir gecede, samimiyetin gözyaşları akarken tanrının ışığının kuytularından, içten bir aşka yöneliş arındırır günahları, ve aşka olan saygı ve hürmet ancak iyileştirir açılmış yaraları. Ancak aşk, kalbe ve ruha şifa verir ve ancak maşuk affeder günahları... 

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Bataklık

Yalanlar içinde kendini kaybetmiş insanlara üzülüyorum, o denli batmışlar ki kendi yarattıkları bataklığa, varoluşlarından pek bir şey kalmamış geriye. İlginç olan yalan söyledikçe batıyorlar ve onlar için hakikat olmuş yalanlar. Battıklarını bile bile vazgeçmiyorlar yinede maskelerinden ve sahte neşeleriyle süsledikleri hüzün dolu kibirlerinden. Bildikleri halde yitip gittiklerinde arkalarından üzülenlerin olmayacağını, gerçeğin yerine koydukları yalanların onların bizati eceli olduğunu bildikleri halde, yine de vazgeçemiyorlar, tercih ediyorlar sahte arzu ve neşeleri, gerçek hüzüne ve aşka...


Işık ve karanlık - Gay Angel

Işığın delip geçmesi gibi gökyüzünün şeffaf perdesini
veya saklanması gibi en eski hazinelerin karanlıkta
Seninde ışığın yakar ruhumun aşk geçirmez derinliklerini
keşfeder eski acıların altına gömülmüş masum hazinelerimi



27 Mayıs 2013 Pazartesi

Sessiz Film

Yavaşça asansöre bindim önden, arkadan bir çift gözün süzdüğünü hissedebiliyordum. Sırtımı dikleştirdim, dikkatli yürümeye çalıştım. Dar asansöre bindim, o da geldi. Yavaşça anahtarını tuttuğu eliyle 5.kata bastı. Anahtarın gündelik şıngırtısı aslında farklı bir kapıyı açacaktı. O sıradan bir anahtar değildi.

Etrafıma baktım, ona baktım ve sonra kendime baktım. Napıyordum ben. Neredeydim, bu karşımdaki adam kimdi. Bu pis eskimiş asansörde ne işim vardı. Tanımadığım birinin yanında bilmediğim bir yerde, yapmamam gereken bir şey için duruyordum. Hafifçe üzerime geldi, ürperdim. Güldü, “asansörde olmaz” dedi. Zoraki bir şekilde gülümsedim.

Asansör durdu, içime bir sıkıntı bastı, adım adım nereye gittiğimi, neye gittiğimi biliyordum. Eliyle sırtıma dokundu, tekrardan ürperdim. Bu hafif dokunan el, birazdan herşeye sebep olacak olan şeydi. Bu el beni ona çekecekti. Bu üstünkörü sınırlı bir şekilde bana dokunan el, birazdan çıplak vücuduma şehvetle dokunacaktı. Bu düşünce beni huzursuz etti. Yine de Yürü anlamına gelen bu işaretle beraber kapıyı açtım, sağa çekildim. Asansörden çıkıp evin dairesine anahtarı yerleştirdi. Ne düşünüyordu acaba? O da benim gibi irdeliyor muydu her anı, o da bu yabancının benim yanımda ne işi var mı diyordu yoksa sadece arzularını mı düşünüyordu. Ne düşündüğünü bilmemek daha iyiydi belki de. Kapıyı açıp eliyle geç anlamında işaret etti. Çekingen bir şekilde sessizce içeri girdim, ayakkabımı çıkardım. O çoktan içeri geçip ayakkabısını çıkarmış koltuğa doğru ilerlemişti. En nihayetinde onun eviydi.

Karşı koltuğa oturdum. Yine sessizce gülümsedi “ee nasıl gidiyor” dedi, “iyi nasıl gitsin okul falan” dedim. Ne diyebilirdim ki! Bu tanımadığım adama ne anlatabilirdim, neyden dert yanabilirdim. Huzursuzluklarımdan, yalnızlıktan, sıkılmışlıktan ve diğer şeylerden söz açacak halim yoktu. Büyük olasılıkla o da bunları merak etmiyordu. Bulunma amacımız belliydi, sessizliğin anlattıkları da.

İlk hamleyi o yaptı. Eliyle beni kendine çekti. İlk defa değildi ama yine de huzursuz ediciydi.
….

Lavaboya doğru yol aldım, aynaya baktım. Üstümde bir tek boxer vardı. Yüzümü yıkadım. İçerde televizyonu açmıştı. Artık gitmeliydim. Aileme söylediğim yalanların ardından hiçbirşey olmamış, hiç birşey yaşamamış gibi eve geri dönecek ve günün nasıl geçti sorusuna “güzel işte eğlendik” diye geçiştirerek cevap verecektim. Daha da kötüsü eğlenceli bir günden bahsetmek olağan değildi. Şehvetin dürtüsü geçmişti ama hala bende duyarsızlık söz konusuydu. Ruhumun bu denli duyarsızlaştığına tanık olmamıştım. Yapacağımı anladığı için en derin kuytulara gizlenmiş olsa gerek diye düşündüm. Zira ne sevgi, ne öfke, ne arzu, ne istek, ne de başka bir duygu yaşıyordum. Tamamen boşlukta, ne yaptığımı bilmeden hareket ediyordum. Yüzümü kuruladım, içeri geçtim.
….

"Bu kadarlık yeter, yapamıyorum" dedi. Nedenini sormadım. Bunu söylerken bir yandan kapıyı göstermesi her şeyi anlatıyordu zaten. Peki dedim. Lavaboya gittim, yine aynada kendime baktım. Bu sefer daha kısa bir bakmaydı çünkü gitmem gerekiyordu artık. Üstümü giyindim. Yüzünde farklı bir ifade vardı. Belli ki bir sorunu vardı. Belki de o sorunun intikamı ya da o sorundan dolayı benle irtibata geçmişti. Çağırma sebebi arzudan farklıydı, bunu biliyordum. Acaba intikam mıydı birine karşı yoksa başka bir nedeni mi vardı. Bilmiyordum. Bilebilecek kadar samimi değildik, eminim ki o da anlatma isteğinde değildi. Birbirine dokunmuş iki yabancıydık. Birbirini tanımayan, belki bir daha görüşemeyecek iki farklı yaşantıya sahip iki yabancıydık. İletişme hiç geçmedik. Her şey sessizlikte oldu veya olmadı aslında en korkutucu olanı da buydu. Bu yüzden belki hiçbir zaman zihnimden neler geçirdiğimi bilmeyecekti. Veya ben hiçbir zaman onun zihninden geçenleri öğrenemeyecektim. Yine de artık gitmem gerektiğini biliyordum. Ayakkabımı giydim. “Nasıl gideceğini biliyorsun” demi dedi, bilmediğim halde “evet” dedim. Mutlaka bulurdum. Daha fazla, olmayan iletişimi uzatmanın anlamı yoktu.




Kapı arkamdan kapandığında dışarısı soğuk geldi. Sıcaktı ama ürperdim üşüdüm. Nereye gittiğimi bilmeden ilerliyordum. Duyarsızdım amaçsızdım üşüyordum. Pişman değildim ama hala ne yaptığımı neden yaptığımı bilmiyordum. Tek bildiğim bende bıraktığı izlerdi. Sessiz bir şekilde bırakılan izlerdi. Durağa vardım. Farkında olmadan durağa gelmiştim. Öğrenciler geçti. Hiçbiri beş dakika önce nerede olduğumu bilmiyordu, hiçbiri içimden geçirdiğim düşünceleri karmaşık duygularıomı hatta olmayan duygularımın nedenini bilmiyorlardı. Hiçbirşey ama hiçbirşey bilmiyorlardı. Aynı daha demin yattığım adam gibi. Onun gibi bilmiyorlardı. Otobüs geldi, bindim. Zihnim hala oradaydı, olanlar bir bir gözümün önünden geçiyordu. Beni kendini çekişi, öpmeden, ruhlar temas etmeden birlikte oluşu, ardından o televizyon izlerken, ruhsuz bir can gibi benim onu memnun etmem, onun gözlerime bakmaması, benim onun gözlerine bakmamam, sadece işi yapmak.... Bedenim halkın bindiği bir otobüsteyken, zihnim hala tanımadığı bir adamın yanındaydı.

Eve, vardım. Çok terlediğimi söyleyip duşa girdim. Terlediğimi söylemem ne kadar anlamsızdı halbuki. Yalan söylemenin bir belirtisiydi apaçık. Bir şey söylemeden de girebilirdim duşa ve kimse sormayacaktı. Duştan çıktım kurulandım. Uykum olduğunu söyledim. Yattım. Bunun üzerine düşünmeme rağmen aynı hatayı yeniden yaptım.
Uyudum, uyurken zihnimde hala çıplak, duyarsız ve ürkektim.

Hala ürperiyordum…

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Korkma - Gay Angel


Korkma aşkın dipsiz okyanuslarında boğulmaktan
Korkma güneşe uçarken aşktan ateşinde yanmaktan
Korkma en karanlık vaktinde aşk acısının ızdarabını tatmaktan
Korkma aşkın kollarında sonsuzluğa doğru yok olmaktan
Sadece bırak benliğini ve teslim ol çaresizce
Çünkü başka şansı yoktur insanın aşkın karşısında çaresiz kalmaktan
Başka şansı yoktur aşk ve acıyla dolu kanlı gözyaşıyla ağlamaktan
Bil ki, 
Yaşanması gereken yaşanır kalbin kölesi olduğun zaman



24 Mayıs 2013 Cuma

Şehvet - Gay Angel


Ey sen şehvetin boğası, Haşin, Sert ve günahkar yırtıcı,
Benlikleri ele geçiren, kalpleri sömüren, nefsin yaratığı,
Ben ki matoduruyum kendi bedenden mabedimin,
Elbet seni de canım pahasına kalbim için dizginlerim...



Tek Ruh - Gay Angel


Bak, gözlerin gözlerine kenetlesin,
Hisset, tüm varlığınla ruhlar birbirine değsin
Dokun, vücutlar ahenkle birleşsin,
Kalpler tek benden de şarkısını söylerken
Ruhlar yekpare Aşk'la göğe yükselsin...


Melekler Ağlardı - Gay Angel


Melekler ağlardı,
 Izdırap içindeki ruhuna.
Yaklaşamazlardı,
Yarattığı cehennemvari, karanlık dünyasına...



23 Mayıs 2013 Perşembe

Ben Kimim?

Göçebe bir ruhum ben sadece.

Küçük bir çakıltaşı idim, hafifçe akan bir akarsuyunda, küçük bir çocuk buldu beni. "Bak anne" dedi "Ne kadar biçimsiz bir taş." Sakladı beni yıllarca, en korkutucu oyuncaklarıyla. Büyüyünce çocuk, baktı bana, "ne biçimsiz bir taş" dedi yeniden, sevinmiştim o anda, hatırladı beni yine geçen onca geçen zamana… Lakin attı beni azgın bir akarsuya. Aşındım aşındım yok oldum, kayboldum...
Yeniden bulduğumda kendimi, bir eğrelti otuydum. Rüzgarla bükülüp dururdum, ev sahipliği yapardım böceklere, uğultuyla şarkı söylerdim sessiz gecelerde… Bir simyacı kesti beni "ne biçimsiz bir ot" dedi, kaynattı ve içti. Yitip gittim, kayboldum.

Gözümü yeniden açtığımda bir balıktım. Tuhaf, küçük, çirkincene bir balık. Yüzer yüzer, küçük otları yerdim. Bir gün ot diye sivri bir nesneyi yedim, kendimi kapalı bir fanusta buldum, hapisdeydim. Baktılar bana, "ne biçimsiz bir balık" dediler, sıkıldılar ve bir yaz gecesi beni özgür kıldılar. Lakin okyanusa bıraktılar. Bilmiyorlardı ki, benim yerim küçük bir göldü, bilirdik ki gölden okyanusa gidenler hep öldü. Ve büyük bir balık yedi beni, biçimsizliğimi umarsamadan. Yok oldum, kayboldum.

Kendime geldiğimde bir kuştum. Özgürce uçardım, en yüksek tepelere konardım. Geceleri uçan bir kuştum. Ben biçimsiz gri bir baykuştum. Uğursuz derdi kimi insan bana bakarak, kimisi de "ne biçimsiz kuş" derdi yakalamaya çalışarak. En nihayetinde kaçardım hep. Daha bir bilinçliydim çünkü. Uzun bir ömrüm oldu, o zaman öğrendim durmamayı. Yorulmamayı, her daim, o kıtadan bu kıtaya uçmayı. O zaman öğrendim bir yerde uzun süre kalmamayı. Sanırım asıl baykuşken öğrendim yalnızlığı, suskunluğu, uğursuzluğu. Bir dalda oturup yine sessizce ormanı tepeden izlerken, öylece gözlerimi kapatıp öldüm nereye gideceğimi ve ne olacağımı bilmeden.

Döndüm, döndüm, döndüm….

Bir bedene çekildim, açtım gözlerimi merakla. Bir bebektim, küçük bir insan... Üstünde giysi olmayan bir kadının kollarındaydım. Ağlamaktaydım, tüm geçirdiğim dönemlerde ki acılarıma ağlamaktaydım. Yalnızlığıma, olduğum duruma, anlamsızlığıma en çok ise belirsizliğime ağlamaktaydım. Benle beraber biçare bir çakıltaşı ağlamaktaydı, yamuk bir eğrilti otu, küçük bir balık, avare bir baykuş ağlamaktaydı. Ama ben ağlarken güldü büyük insanlar. Benim hüznüm name geldi onlara, şarkı geldi, çok sevindi insanlar, çok sevindi çıplak, sarkık memeli kadın. Çok sevindi terli, genç adam. Çıplak kadın yavaşça eğildi bana, gülümsedi "ne biçimsiz bebeksin sen" dedi, öptü alnımdan, adeta biçimsizliğimi kutlarmışcasına beni umursamadan....

Eşcinsel olduğunu kabullenmenin 7 pratik yolu

Şimdi size kendi gizli formülümü vereceğim. 7 aşamada nasıl eşcinsellik kabul edilir? (Kitap bile çıkarır...) Bu kendini yeni keşfeden kardeşlerimiz için çok zor bir süreçtir. 7 yöntemle işinizi kolaylaştırın.

1- Günlük hayatta eşcinsel olduğunuzu düşünmeyin, aklınıza bile gelmesin. Eşcinsel olmanız çayı şekerli tercih etmeniz ve sevmeniz kadar doğal bir eylem. Gün içinde sürekli çayı şekerli içiyorum diye dolaşıyor musunuz?

2- Bunun genetik bir durum veya size verilmiş bir olanak olduğuna inanın ama olduğundan daha fazla anlam yüklemeyin. Üzerinize yapıştırılmış bir barkot ya da üzerinizde taşıdığınız bir onur madalyonu gibi görmeyin. Bu kim olduğunuzla alakalı değildir.

3- Eşcinselliği sadece aşk ve sevgiyle özdeşleştirin. Onu cinsellikle, inançla, sosyal sınıfla, felsefeyle, ruhsallıkla veya diğer hiçbir durumla benzeştirmeyin. Eşcinsellik sadece hem cinsinize olan farklı sevginiz ve aşk duygunuzdur, bu kadar. Gereksiz anlam yüklemeleri sadece kafanızı karıştırır, gerçek oldukça basit ve yalındır.

4- Üçüncü basamağı uyguladıysanız bu en kolay basamaktır; Eşcinsellik "bedensel" veya "psikolojik" bir olgu değil tamamen "duygusal" ve "ruhsal" bir olgudur. Haliyle bunu bedene ve psikolojinize yansıtmanın alemi yok.

5- İnsanlara çok fazla eşcinsel olduğunuzdan bahsetmeyin, hatta ailenizin ve çevrenizin bilmesine gerek yok. Bu kabullenme sürecinizi kolaylaştırır. Burada saklamaktan değil sadece bahsetmemekten söz ediyorum. Ailenizin veya çevrenizede ki insanların en sevdiğiniz renginizi ya da en hoşlandığınız şarkınızı bilmelerine gerek yoktur. Onlarla olan ilişkileriniz bundan daha farklı ve daha fazladır. Haliyle onlara bu konudan bahsetmemek daha rahat ve huzurlu olmanızı sağlar. Sadece gerçekten hayatınız da ki özel kişilere (hani sevdiğimiz şarkıları bile bilen dostlara) bahsedebilirsiniz. Birilerine anlatmak zorunda olmadığınızı kabullenin.

6- Zırt pırt sevişmeyin. Bu eylem sadece kişinin kendini oyalama taktiğidir ve kabullenmemeye karşı verilen psikolojik bir tepkidir. Siz hayvan değilsiniz sadece hemcinsinizden hoşlanan insanlarsınız. İçgüdülerinize göre hareket edip, her azdığınız da birilerine atlamanıza gerek yok. Bu süreç eşcinselliği kabullenmenize karşı çok büyük bir travma yaratır. (Böyle kişiler bilinçaltında eşcinselliği kabullenmemiştir)

7- Lütfen kendi kişilğinizi oturtun. Kendi yaşam felsefeniz, hayat görüşünüz, inancınız hatta dini görüşünüz (katı olmamak kaydıyla) olsun. Yaşam felsefesi ve inancı olmayan kimse, kuru bir yaprak gibidir, anlamsız bir şekilde oradan oraya savrulur, ta ki çürüyüp toprağa karışana kadar. Yaşam felsefesi ve belli bir entellektüel bilgiye sahip olma ise sizi tohum yapar, ki bu ileride yüce bir ağaç olmanızı sağlayacaktır. İşte o zaman eşcinsel olmanızın, çayı şekerli içmenizin, salaş giysi sevmenizin veya diğer özelliklerinizin önemi kalmaz, bunlar sadece küçük detaylara dönüşür. Ayrıca bunlar dışında sosyal bir "normal" hayatınız ve hobileriniz olsun. Eşcinsel olduğunuz için sadece eşcinsellerle takılmak zorunda değilsiniz, kim uyduruyor bunu? Gidin farklı arkadaşlar-dostlar edinin.

Bu 7 aşamayı  uygularsanız, daha rahat eşcinselliği kabullenirsiniz. Strese sinire paniğe gerek yok. İnsansınız, ve bir amacınız var hayatta, gerisi sadece tefferuat. Gereksiz triplere ("ben niye böyleyim anne" "ah insanlar beni dışlıyor" "tanrı beni sevmiyorsa ben onu reddederim") lüzum yok. Doğanızı kabul edin,  aşık olun sevişin ve yolunuza devam edin.

Kediler ve Eşcinseller

Kediler... en sevdiğim varlıklar

Bir kedim var, sizlerinkinden güzel olmasın. bana benziyor kendisi. sevgiye aç değil, lakin sevilmeyi istiyor. çok ilgiye de gerek yok, ona göre ilgi sevginin karşılığı değil çünkü. Ona göre sevgi; yanında kıvrılıp uyumak, özgürlüğüne mani olmamak, gözlerinle onu sevip, onu yalnızlığa mahkum etmemek. O da tek farklı canlı bu evde ki. Farkında farklı olduğunun. Herkes sofrada yerken neden o yerde yediğinin farkında. Neden yalnız olduğunun, neden derdini anlatmasına gerek olmadığının farkında. Çünkü o miyavlasa da anlaşılamayacak. Derdini gözleriyle anlatıyor o yüzden. Fark ettirmiyor, miyavlamıyor ama gözleri tüm derdini, yalnızlığını anlatıyor. Nedense insanlar onun gözlerine baktığında o kederi derdi göremiyorlar, tek düşündükleri sadece sevgisizliklerini onun üzerinden tatmin etmek. Anlayamıyor o yüzden.

Tuhaf bir kedi benimkisi. Hep uyumak istiyor, uyurken ağzıyla sesler çıkartıyor, hareket ediyor. Belli ki kendini hayalinde ki dünyada görüyor kendini. Bir ormanda, bir dere kenarında, kendi gibi kedilerin olduğu bir dünyada. Belki onu ondan çok seven kedilerin olduğu bir dünya...

Bir de zorlamaya dayanamıyor. Hemen saklanmak istiyor. Derhal kuytu bir köşe bulup içine dönmek, kendini bu zalim dünyadan uzaklaştırmak için karanlık ve ıssız bir yere kapamak istiyor. Öyle bir anında onu çıkarabilene aşk olsun. Girdiği delikten tek gözüken karanlıkta korku dolu kırmızı gözleri. İnsanlar sözde onu çok seviyor ama farkında olmadan onu sıkıyorlar, yaralıyorlar, yoruyorlar. Bizimkisi o yüzden pek sevmiyor insanları. Eğer zorlarlarsa basıyor pençeyi, sonra da nankör oluyor, kötü oluyor. Tek tük gidip koklayıp öperek sevdiği kişiler var, ne tesadüftür ki benim hayatımda ki önemli insanlar. İyi anlaşıyoruz biz kedimle. İyi anlıyoruz birbirimizi.

Kediler güzel varlıklar. Tarih boyunca tanrısallaştırılmış, el üstünde tutulmuş, kutsal sayılmış, öldüklerinde arkalarından yas tutulmuş canlılar. Tapınakların baş köşelerine yerleştirilmişler. Noldu böyle de nankör oluverdiler? noldu da şeytan ilan edildiler? Neden lanetlenmiş sıfatı takıldı onlara? Eskilerin en büyük saygı duydukları ne oldu da şimdiki insanların en büyük korkuları oldu. İnsanların farkında olmadıkları faydalarına rağmen sevilmemelerinin sebepleri ne? Aynı eski zamanlarda eşcinselliğin normal sayıldığı hatta kutsal sayıldığı dönemlerden, şimdiki lanetlenmiş ,"cehennemlik" algısının oluşması gibi.. Aynı kedilerin yaşadığı zulüm gibi...


Kim bilir.... Bu zalimliği kim açıklayabilir...

O yüzden kedileri çok seviyorum
O yüzden kedimi seviyorum.
O yüzden o da beni seviyor. 
Ve O yüzden kediler ve eşcinseller birbirine benziyor.

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Kaybolurken...

Kayboldum,

Nerdeyim bilmiyorum. Anlamsız ilişkiler, sahte gülüşmeler, sönüp yiten geceler...

Kolayı seçmek varken zoru seçmişim gelmeden.. Neden bilmiyorum. Utanıyorum, olduğumdan değil olmadığımdan dolayı..

Önemseyemiyorum...

Gereksiz geliyor hayat, yitirmişiz sanki hakiki aşkları, tüketmişiz insanlığımızı, vicdanımızı satmışız bir çok maskeler almışız, her gün başka bir maske yalanlarla yaşayıp gidiyoruz.

Arıyorum.. Kalbimin içinde hala inleyen o cılız çocuk sesini. Duy beni diyor feryat ediyor tıkıyorum kulaklarımı. Yalanlar mutlu da etmiyor ama korkutuyor herhalde o ses beni. Halbuki ne kadar masum kalbin sesi, ne kadar güzel bir köşesinde o masumiyetin kalması.

Anlamıyorum...

Bir yaprak bile bu kadar savrulmaz deli rüzgarlar ile. Anlamıyorum ben nasıl savruluyorum. Hata da yapmıyorum, günah da yok ortada. Varlığım en büyük engelim olmuş adeta. Çözmeye çalışıyorum.

Kopmuşum kendi benliğimden ayrı bir benlik yaratmışım. Her içime attığım düğüm, her içime attığım pişmanlık her içime attığım keder bir benlik olmuş benliğimin özünde, duymamak için hapsetmişim. Hapsi kırıyor.. Çıkıyor dışarı, söyleniyor da söyleniyor bana; "Hani nerde dürüstlüğün" diyor," hani nerde masumiyetin hani nerde bu masum kalbin.. Bu kalp kolay mı etrafta dağıtılacak kadar, bu beden kutsal değil mi? Değerlerin nerede, hani dışarıda ki takındığın sessiz çocuk, hani beklentisiz aşk ve sevgi, bekliyorsun işte... Beklentilisin.. Ne zaman anlayacaksın gerçek sevgi beklentisizdir diye, ne zaman kutsallığını fark edeceksin ne zaman içine attıklarını çözeceksin. Ne zaman kapandığın kuytulardan çıkıp özgür kalacaksın..."

Doğru diyor işte. Ne kadar bastırmaya çalışsam da doğru diyor.. Neden böyle yanılgıya düşmüşüm ben, ne zamandan beri ilizyonlara kapılır olmuşum, daha şimdiden bu haldeyken ya ilerde ne sanacağım kendimi, ne eziyetler çektireceğim kendime... Anlıyorum....

Ama hala arıyorum.

Özümü bulacağım birini, masumluk ve saf aşk taşıyan bir nefesi, sadece birlik için atan bir kalbi kısacası kendimi arıyorum... Umutlara tutunuyorum bu süreçte ve tek tek alınıyor umutlar elimden. Özgür kalayım isteniyor, tutunma dimdik ayakta kal deniliyor ama yapamıyorum. Hep ayaktaydın şimdi ne oldu deniliyor, daha yıllar bile geçmedi ki yorgun olasın... Ama bilmiyorlar, olduğu kadarıyla yordu beni. Dinlenemedim hiçbir istasyonda, kendim için yaşıyor sanırken başkalarına adamışm benliğimi. Peki ben nerdeyim?

Düşündükçe geçmişi, daha da kapanıyor yüreğim, kitliyorum kendimi hayata, kitleniyor ruhum, ne ara soğumuşum aşktan sevgiden daha aşkı yaşayamadan... Ne zaman adamışım kendimi insanlığa, daha hayatın tadına varmadan, asıl ne zaman kendimi zincirlere vurmuşum, özgürlüğü tatmadan. Bilmiyorum....

Hep kayboluyoruz tekrar ve tekrar... Bulduğumuzu sanıyoruz yanılıyoruz. Gecelerden korkuyoruz, kendimizle yalnız kaldığımız için, ağlayacağımız için, Tanrı bile bizi bizle yalnız bıraktığı için. O yüzden uyuyor ya çoğu kişi.. Kendinden kaçmak için. Kaçmak istiyorum ama kaçamıyorum. Ben ve ben yalnızız yine bu gece. Konuşuyoruz... Anlatıyor bana ben sıkıntısını, ben de beni ikna etmeye çalışıyorum. Kim kimi teselli ediyor anlamıyorum, benim için de ki ben kim onu da bilmiyorum. Yunus Emre'nin ben içinde ki beni mi yoksa içimde ki var olmayan ama olmak isteyen ben mi? Yine çözemiyorum. Umursamıyorum da artık.

Satılmışlıklarla o kadar maskeler satın almışız ki haykıran ruhumuzun seslerini başka sesler sanmışız.. O yüzden işte anlamıyorum ya kim bu diye. Neleri harcamışız bu süreçte bakınca kendinden korkuyor insan.. Ailemiiz, sevdiklerimizi, etrafımızdakileri en kötüsü kendimizi harcamışız. Ne ara unuttuk gerçek özümüzü, ne ara kendimizi hayvanlaştırdık bilmiyorum...

Düşündükçe daha da kayboluyorum, arıyorum.. Başka kollarda teselli olamıyorum, sahte haykırışlarla teselli edemiyorum.. Kendimle baş başayım yine, yalnız, yapayalnız... Ağzımda anlamsız bir duayla, gözümde bir damla yaşla, kalbim de hafif bir çarpıntıyla, bekliyorum..

Birgün Beni Aldatırsan Eğer


Birgün Beni aldatırsan eğer
Sadece aldatmışındır...
Bir söz düşmez bana elbette
Söylemene de gerek yok haliyle
Ama unutma; ben bilirim
Beni aldatırsan eğer,
Sen zevkin doruklarındayken
Benim kalbim sıkışır, ruhum kararır
Sen başka birinin kollarında,
Tatminliğin son safhasındayken,
Benim kalbimde bir parça kopar,
Yiter gider bir tutam sevgi,
Yavaşça ölürüm,
Ama ben bunu sana söylemem
Aramam ya da
Bildiğimi belli etmem.
Aldatmam bende, bilirsin
İntikam mı?
Hayır beni tanıyorsun...
Sadece,
Yine gülerim senin gözlerine bakarak
Ama bu sefer yüzümde ki
Gülücük sahtedir.
İçinde biraz kırgınlık
Biraz yalnızlık
Biraz da hayal kırıklığı vardır.
İşte bende seni böyle aldatırım
Gerçek olmayan bir gülüşle
Yavaşça yitip giden sevgiyle
Ve devam edersen eğer
Birgün
Birden çekip giderim
O zaman neden diye sorma bana
Bir sebep söyle deme
Bil ki;
Sen öldürmüşsündür kalbimi
Sen katili olmuşsundur sevgimin.
Tüketmişsindir.
Yaptım ve gizledim sanırken her tatmininde,
Bir hançer saplamışsındır ruhuma,
Zarar vermişsindir masum aşkıma,
Bunu unutma...
Birgün beni aldatırsan eğer,
Solarken ruhum yavaşça sonsuz kederle,
Aldatırım bende seni sahte gülüşümle.
Bunu unutma...


Kıyameti Bekleyiş

Kıyamet gelsin artık.

Dört gözle bekliyorum kıyameti, sakladıklarımı bir bir söylemeyi ve benle ilgili saklananların yüzüme söylenmesini. 

Yaptığım hataları, insanların içlerinde tuttuklarını, bana kırgınlıklarını bana kızgınlıklarını hepsini bir bir duymak istiyorum.

Artık yüzleşilsin istiyorum... 

Sıkıyor bu oyunlar hem de çok sıkıyor. O kadar komik geliyor ki oynanılan roller. Bende oynuyorum haliyle, kendimden tiksinircesine.
Bazen de bağırasım geliyor sokak ortasında, insanları dürtesim, Kahkahlar atarak gülesim veya ruhsuzluklarına ağlayasım, kısaca oyunun dışında var olasım geliyor.

Kıyamet gelsin artık;

Tabulardan kurulmuş dağlar yıkılsın, boş hayaller ve gerçeklerle gökyüzüne dizilmiş yıldızlar kaysın, kandırmak için sunulmuş gökyüzü kararsın, bastırılmış duygular toprağın altından çıksın tüm şanıyla. 

Mutlak doğrunun olmadığını kanıtlarcasına, fikirlerin hepsinin doğru olduğunu doğrularcasına güneş doğudan değil batıdan doğsun, yaksın yemenden çıkan ateş ruhumuzu arındırmak için. Yüzleşelim, beraber ağlayalım ve arınalım istiyorum. Arınalım ki mesih insin dünyaya. Masumsunuz desin, artık masumsunuz....

İşte ben aşkı böyle yaşıyorum


Aynı anda hem heyecan hem endişe hem mutsuzluk hem huzursuzluk hem dinginlik hem de sevgi hissediyorum içimde. 
Bu kadar duyguyu aynı anda yaşamanın verdiği kaos içerisindeyim.
Kilitlendim,
Kör düğüm oldum,
Boşluktayım....
Gözlerimi kapattım öylece duruyorum bu yüzden.
İçimde ki bu kontrolsüz fırtınaların, hoş bir rüzgara dönmesini bekliyorum, okyanusların Durulmasını, bulutların açılmasını ve gün ışığının sıcaklığını hissetmeyi bekliyorum.
Kafamda ki martıların susmasını, kalbimde ki kelebek -ya da uçuşan her neyse- Dinginleşmesini bekliyorum. 
Sadece huzuru istiyorum, sadece seni istiyorum
işte ben aşkı böyle yaşıyorum...

Tekne ve Okyanus

Eski, virane, kırık bir tekne gibiyim... Özgürce hareket edebileceğim, dalgaların götürdüğü yerde kendimi bulabileceğim, okyanus gibi bir kalp, bir ruh gerekir bana. Yeri geldiğinde o dalgalarla boğulmayı, biraz dinginleşince dalgalar üzerinde huzurla salınmayı ve fersah fersah o okyanusta gezmeyi, onu keşfetmeyi severim. Ben eski bir tekne gibiyim, keşfederim engin okyanus ruhlu adamların, dibi gözükmeyen derin gönüllerini....

krishnamurti'nin dediği gibi;

"insanlar hızla akan yaşam nehrinin yanında
kendilerine küçük bir havuz kazarlar, işte o havuzda kokuşur,
o havuzda ölüp giderler"

Bana gönlü okyanusa açılan bir nehir lazım, havuz değil! Şimdi düşünmek lazım havuz muyuz okyanus mu...

21 Mayıs 2013 Salı

Çok Geç Değil!

Maskelere gömülmüş bu dünyada çok geç değil sevmek için, sevmekten öte birlikte yürümek için, geç değil duyguyla öpüşmek için, ruhsuz bedenlerin gitgellerine inat...

Satılmışlara...

Sattın ya gerçek aşkı iki dakikalık zevke, dalga geçtin ya gerçekten sevenle... ah etmiyorum sana ama ağlarken masumiyetinin ölümüne, ben geleceğim aklına terk edilmiş yanlızlığında, işte o zaman ben çoktan seni unutmuş olacağım başka bir adamın kollarında...

Tek Ruhta İki Kalp

Sessiz geceler, sensiz geceler... Sonsuz boşluğun dipsiz karanlığında, yalnızlığın efkarında boğuluyor insan. Yine de güzel tekliği yaşamak, tek ruhta iki kalp taşımak.